8 Temmuz 2011 Cuma

AŞK...

"Ah minel Aşk! Aşk'tan önce, Aşk'tan sonra..."

Aşk yeryüzündeki en eski, en dirençli gelenektir. Âşık dışlanır, ama dışlayamaz. Âşık incinir, ama karıncayı bile incitemez. Âşık olunca anlarsın. Yüreğin bir kadife keseye dönüşür, içinde sırma bir yumak; sen bu yufka gönülle kimselere kıyamazsın. Yaşayan ve yaşamış âşıkların safına katılırsın.
Korkma! Aşkta yok olunca zahiri tarifler, zihinlerdeki zanlar buhar olur uçar. O noktadan itibaren "Ben" diye bir şey kalmaz. Tüm benliğin olur koca bir sıfır. Orada ne şeriat kalır ne tarikat ne marifet. Sadece ve sadece hakikat...


Kağıt Helva / Elif Şafak

23 Şubat 2011 Çarşamba

Anadolu'nun isyanı


"Gökyüzü ağlamazsa yeryüzü gülmez" cümlesiyle başlıyor film... Ne anlamlı bir cümledir bu... Gökyüzü gönüllü ağlamaktadır tamamlayıcısı yeryüzü uğruna... Hayat bağışlar, bereket getirir topraklara...

Doğa'daki müthiş dengeyi her geçen gün kendi ellerimizle biraz daha mahvediyor, umarsızca kaynakları tüketiyoruz. Tüm bunlara dur demenin zamanı geldi de geçiyor... Bu yüzden toplumu bilinçlendirme adına;



Lütfen bu videoyu, etrafınızdaki herkese izletin ve tüm sosyal ağlarda paylaşın... 




Duymadım, görmedim, bilmiyorum diyenler için Anadolu’daki dere ve doğa katliamı belgelendi…

Enerji ve kalkınma politikalarının doğa ve akarsular üzerindeki olumsuz etkisini ve halkın bu yatırımlara karşı tepkisini gözler önüne seren ‘Anadolu’nun İsyanı’ adlı film rekora gidiyor.

Herhangi bir kar amacı güdülmeden konuya duyarlı insanların gönülden destekleriyle tamamlanan film, HES’lere karşı Anadolu’da verilen mücadeleyi bizzat onların ağzından anlatıyor.

Hidroelektrik santrallerin (HES) doğa ve kırsalda yaşayan insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini ve HES yatırımlarına karşı verilen mücadeleleri anlatan ‘Anadolu’nun İsyanı’ adlı kısa film gönüllü desteklerle ve kolektif bir çalışma sonucu ortaya çıkarıldı.

Anadolu’nun dört bir yanında devam eden HES çalışmalarının yıkıcı etkisine dikkat çeken film Akdeniz’den Karadeniz’e, Doğu Anadolu’dan Ege’ye kadar 20 bin kilometre yol kat edilerek çekildi.

İnternet üzerinden indirilebilen, çoğaltılmasına ve dağıtılmasına, festival ve toplu gösterimler için özel izin alınmasına, kullanılmasına herhangi bir kısıtlama konulmayan film, Anadolu derelerinin özgür akması için mücadele edenlere adandı.

Üç gün içerisinde 50 bine yakın izleyiciye ulaşan filme dileyen herkes sosyal paylaşım sitelerinden,

anadolunehirleri.org/tr.html,

anadoluyuvermeyecegiz.net

vimeo.com/vermeyoz/film adreslerinden ulaşabiliyor.

Filmin en kısa sürede 7 dilde çevirisi bekleniyor ayrıca, önümüzdeki aylarda filmin uzun metrajlı halinin de yayınlanması söz konusu.

Filmle ilgili yapılan açıklamada, şunlar söylendi:

“Bizlerin doymak bilmeyen tüketim alışkanları ve ihtiyaçlarının doğa üzerindeki yıkıcı etkisi her geçen gün biraz daha artıyor. Hiç haberimiz olmasa da, umursamazsak da, gitmesek de, görmesek de bizim bu yaşam biçimimizin bedelini bir takım canlılar, insanlar ödüyor. Bu film; bir yandan Anadolu nehirleri ve doğası için verilen mücadeleleri anlatırken, bir yandan da şehirlerde hiçbir sorun yokmuş gibi yaşamaya devam eden insanlara ayna tutmak ve bu soruna ortak etmek için hazırlandı. Unutmamız gerekiyor ki, bu ateş sadece düştüğü yeri değil tüm canlı yaşamını yakacak. 


Bu gerçeğin fakına varanlar Nisan ayında tüm Anadolu’dan Ankara’ya doğru yürümeye başlayacak. Bu yürüyüşe katılmak ve destek vermek hepimizin yaşama karşı ortak sorumluluğudur.


Filmin indirilmesi, çoğaltılması ve dağıtılmasında hiç bir sakınca yoktur.
Anadolu'nun tüm canlılarına armağan olsun..''

13 Kasım 2010 Cumartesi

Seninki kaç cm? - Greenpeace






Ekolojik dengenin her gün biraz daha bozulduğu şu günlerde farkındalığımızı artırmak ZORUNDAYIZ... Bunun zamanı geldi de geçiyor... Bir gün herşey için çok geç olduğunda son pişmanlık fayda vermeyecek... Bunu yaşamamak için bilinçli ve duyarlı davranmak son derece önemli...

28 Ekim 2010 Perşembe

Yaprak Sayar - O güzel Başını Göğsüme Koysan

O güzel başını göğsüme koysan,

Dinlesen kalbimin şarkılarını,

Sen bana doysan ah ben sana doysam,

Beklemesek böyle hergün yarını..


----

Üsküdar Musiki Cemiyeti A sınıfında şimdiye dek seslendirdiğimiz en zor ama en güzel şarkılardan biri... Alıp götürdü beni resmen... Müzikle uğraşmak güzel çook güzel... :)


15 Ekim 2010 Cuma

Ay çiçeği güneşe aşık olunca...


Şu hayatta acımadan üzerine basıp geçtiğimiz ne çok hikaye var değil mi?.. Ya da gözümüzün önünde yaşanmasına rağmen özünü göremediğimiz, fakat kendimizce ve belki de haksızca yorumladığımız türlü türlü yaşantılar...
Bu da yine Elif Şafak'ın diğer kitaplarından alıntılardan oluşan kitabı "Kağıt Helva"da okuduğum küçük bir hikaye... Paylaşıyorum, belki bir an durup kendimizi sorgulamamıza neden olur diye...

Ay çiçeği güneşe aşık olunca gülmekten kırılmış bütün bitkiler. "Güneş gökyüzündeki tahtından bir an bile ayrılmaz. Kudretli ve ulaşılmazdır. Sen kim o kim? Vazgeç bu sevdadan" demişler hep bir ağızdan. Ayçiçeği sesini çıkarmamış. Sevdalı gözlerini dikmiş güneşe; bakmış bakmış bakmış.


Uzun müddet hiçbir şeyin farkına varmayan güneş, nihayet bir gün, ayçiçeğinin bakışlarını hissetmiş üzerinde. Önce geçici bir heves sanmış, ama zamanla yanıldığını anlamış. Ayçiçeği öyle inatçıymış ki, güneş tahtını nereye taşırsa yılmadan usanmadan o yöne çevirmiş başını.
Derken bir öğleden sonra, artık bu takipten bıkan güneş sapsarı gazabıyla kavurmuş ayçiçeğini. Daha simsiyah duman tüterken üzerinde, insanlar akın etmişler olay mahalline. "Yaşasın!" demiş içlerinden biri. "Şimdi ne güzel çitleriz bu aşkı."
Aynı gece televizyon karşısında acıklı bir aşk filmine gözyaşı dökerken, çitlemişler ayçiçeklerini...

MAHREM Kitabından...

4 Ekim 2010 Pazartesi

Seçmek ya da seçememek

Bakmayın başlığına, bu bir referandum yazısı değil. Şu hayatta seçmediğimiz seçenekler, sapmadığımız patikalar hakkında bir yazı... Yani "olduklarımız" değil "olmadıklarımız" üzerine... Gerisini okumayı seçmek ya da seçmemek gene sizin elinizde.
Aslında hayat ta en başından itibaren çatal çatal seçeneklerle örülü muazzam bir karmaşa. Kader dediğimiz şey ise bizim kişisel seçeneklerimizle ilerleyen yaratıcı ve ucu açık bir oyun belki de.
Dünya edebiyatının deha yazarlarından Italo Calvino'yu çok severim. 1985'te vefat eden yazar, sadece usta bir hikâyeci ve romancı değil, aynı zamanda mahir bir hayalbaz idi. Hayaller labirentinden bize haritalar yollayan muzip bir beyin....
Calvino bir hikâyesinde bir türlü seçim yapamayan bir genç adamı anlatır. Sürekli iki fikir, iki proje arasında sıkışan, hiçbir konuda somut ve kesin bir karara varamayan bir tiptir bu. Neyi seçse, aklı seçmediğinde kalır. Bu yüzden iç huzuru nedir bilmez. Daima tedirgin. Daima gergin.
Gün gelir genç adam âşık olur. Ama bir değil, iki kadına birden. Ve ömrü hayatının en berbat sınavı işte o zaman başlar. İki kadına da deli divane vurgundur, ikisine de aynı yoğunlukta. Üstelik her ikisi de aşkına karşılık vermektedir. Bir an evvel bir tercih yapması gerektiğini bilir ama yapamaz. Oyalar. Hem onları hem ailelerini hem kendini. Gayet iyi bilir ki, hangi sevgiliyi seçerse seçsin, berikinin sevgisi içinde ukde kalacaktır. Keza iki ayrı iş imkânı çıkar karsısına. Birini seçip de çalışmaya başlayamaz bir türlü. "O tarafa mı meyletsem bu tarafa mı?" diye sorar durur. İki şehir arasına sıkışır; iki kadın, iki sevda, iki kariyer, iki farklı hayat tarzı... Seneler boyunca bu ikircikli hal süregider. Hem kendini hem etrafındakileri perişan eder.
Hikâyenin sonunda yabancı bir adam çıkar bizimkinin karşısına. Hışımla gelir, yapışır yakasına. 'Sen var ya sen, beni mahvettin,' der.
Bizimki şaşırır. Tanımadığı bir adam gelmiş ondan hesap soruyor. Ne alakası olduğunu anlayamaz. O zaman ikinci adam kendini tanıtır. "Ben senin seçmediğin seçeneklerin alıcısıydım, girmediğin yolların yolcusu." Der ki yabancı: Sen neyi seçmeyeceksen onu ben alacaktım. Senin evlenmediğin kadınla ben evlenecek, bir yuva kuracaktım. Senin seçmediğin işe ben alınacaktım. Senin oturmadığın evde ben oturacaktım... Seçim yapmayarak, hep kararsız ve ürkek durarak, sadece kendi kaderini değil benim kaderimi de tıkadın, önümü kapattın!
*
Kainatta boşluk yoktur. Tek bir kare bile. Calvino bu kadim ve evrensel kuralı alır, hikâye anlatma sanatına uygular. Tek tek her insan, başka insanların hikâyelerinden ve kaderlerinden etkilenir. Kimse, hatta en münzevi görünenimiz bile mutlak yalıtılmış bir hayat süremez. Görünmez ipliklerle bağlıyız ya birbirimize, farkında bile değiliz çoğu zaman. Aslında her adımda seçim yapmayı, karar vermeyi gerektirir yaşamak. Yaptığımız irili ufaklı tercihlerin o büyük ve semavi tabloda nereye denk düştüğünü biz bilemeyiz. Ama vardır bir karşılığı. Belki de seçtiklerimizden ziyade seçmediklerimizdir hayatımıza yön veren. Sapmadığımız patika, dönmediğimiz dönemeç, işaretlemediğimiz seçenek, baştan elediğimiz imkânlar, geride bıraktığımız alternatifler. Bizler aslında başarılarımızın değil, başaramadıklarımızın eseriyiz. Zaferlerimizin değil, yenilgilerimizin. Onlardır bizi büyüten, olgunlaştıran, insan gibi insan eden.
Gene de sormaktan geri duramayız. Çocuk yaşta mandolin değil de fülüte merak sarsaydım nasıl olurdu acaba? Bilye / atari oynamak yerine gidip bir enstrümanda uzmanlaşsaydım? Lisede onlarla değil bunlarla takılsaydım? Filanca insana değil falanca insana âşık olsaydım nasıl gelişirdi ömrümün geri kalanı? Kariyerimde şu tarafa değil de bu tarafa meyletseydim, o adımı değil de bu adımı atsaydım?
Ve hemen her kadının ve erkeğin aklının ucundan göktaşı gibi sinsice geçiveren bir soru vardır: "Başkasıyla evlenseydim acaba nasıl olurdu hayatım?"
Kadınlar kendi yaman çelişkilerini de eklerler bu soruya. Ev kadınıysa merak eder, acaba genç yaşta çocuk doğurmayıp işimde ilerlesem ne olurdu? İş kadınıysa merak eder, acaba kariyerimde yükselmek yerine çoluk çocuğa karışsaydım (yahut çocuklarımla daha fazla zaman geçirseydim) ne olurdu?
Erkekler kendi "acaba"larını eklerler: Askerden sonra hemen evlenmek yerine bir süre yurtdışına gitseydim/ filanca tarihte kayınpederin dayattığı şartları kabul etmek yerine kafama göre hareket etseydim/ senebesene evliliğin monoton çarkları arasında öğütülmek yerine biraz daha özgür, biraz daha başına buyruk olabilseydim... Daha çok seyahat edebilseydim... Ya ilk aşkımın peşinden gitseydim... Ne olurdu acaba? Ben nasıl biri olurdum o zaman? Seçmediğimiz yolları unuttuğumuzu zannederiz; ama insan beyninde sırf bu işten sorumlu bir merkez var bence. Orada bir katip oturuyor. Seçilmemiş seçeneklerden sorumlu başkatip. Yazıyor da yazıyor. Gün geliyor pat diye açıyor arşiv dosyalarını. İşte o vakit insan hatırlıyor. Yapmadığı tüm tercihlerin yükü olanca ağırlığıyla çöküyor üzerine. O zaman insan bedbaht oluyor. Üstelik ne hayatında ciddi bir değişiklik yapmaya hazır halde, ne sahip olduklarının kıymetini biliyor. Haksızlık ediyor kendine, sevdiklerine; yani "seçtiklerine"...
Eğer fena halde kararsız bir insansanız ve aklınız hep seçmediğiniz imkânlarda takılı kalıyorsa, hep "keşke"lerle düşünüyorsanız, Calvino'yu hatırlayın. Aman dikkat! Günün birinde bir yabancı çıkıp da karşınıza "Ben senin seçmediğin yolların alıcısıydım, kararsızlığınla bana da mani oldun, beni de perişan ettin be adam!" diyebilir pekala!

Elif Şafak